İNSAN ve MANTAR ilişkisi

Tüm dünya yüzeyinde tahminen 1 milyon beşyüz bin tür mantar olduğu sanılmaktadır. Bu güne kadar takriben 72 bin den fazla türün tanımı yapılarak kayıt altına alınmış bulunmaktadır. İngiliz mikologları ve daha başka mikologlar bu sayının zaman içinde önemli ölçüde yükseleceğini hesaplıyorlar. Mantarlar uzak kutup bölgelerinden, derin deniz diplerine kadar çok değişik ortamlarda bulunurlar.

 Ancak bu mantarların çok büyük çoğunluğu günlük dilde mantar dediğimiz, yani çıplak gözle görülebilen mantarlar değildir. Bunlara biz mikro mantarlar adını veriyoruz. Bizim gözle görebildiğimiz, toplayıp yiyecek olarak kullandığımız, bazan halüsinasyon için , bazan büyü için hatta bazan da zehir olarak kullanılan mantarlar genel olarak şapkası, sapı (ayağı) olan mantarlardır ki, bunlara da biz makro mantarlar diyoruz. Bazan da kabaca şapkalı mantarlar olarak da adlandırıyoruz.

Tarihsel olarak mantar

Tarih öncesi dönemlerden beri insan yaşamında mantarın önemli bir yeri olmuştur. İnsanlar her zaman mantara büyük ilgi duymuşlar, ondan değişik şekilllerde yararlanmışlardır. İnsanın mantardan Paleolitik Dönemden (Yontma Taş Devri) beri yararlandığı düşünülmektedir.

İnsan-mantar ilşkisinin bilinen en eski örneklerine, Sahra Çölünde, yaşları 25 bin olan mağarlarda, mağara duvarlarını oluşturan kayalar üzerine 5000-9000 yıl önce yapılmış kaya-resimleri olarak rastlanılır. Böylesi buluntular, insanın tarih öncesi dönemlerde halüsinojenik mantarları, dini, ruhani törenlerde, ritüellerde kullandıklarına, mantar-insan ilişkisinin bilinen bu en eski biçimine tanklık etmektedirler.

Tassili'de bir Şaman resmi

Solda: 7 bin yıllık tamamen mantarlarla kaplı mantar insan, bir şaman. Kuzey Cezayir'de Tassili Platosunda bir mağarada rastlanmış.

Sağda: M.Ö. 3 500 yıllarına ait (takriben 5500 yıl önce), yine Kuzey Cezayir'de Tassili'de bir mağarada bulunmuş bir figür görülüyor. Hatları, sanki elektriklenmiş mantarlarla çizilmiş, elinde de yine elektriklenmiş bir mantar bulunan, danseden bir şaman figürü...

Bu figürlerin zaman sınırı tanımayan ruhani bir anlam taşıdığı, herkes tarafından, her kültür tarfından kolayca anlaşılacak kadar açık.

Tassilli'de bir Şaman figürü

Buz adam Ötzi

1991 sonbaharında İtalya Alplerinde dağcılar tarafından bulunan, yaklaşık 5 300 yıl önce öldüğü belirlenen "Ice-Man=Buz adam"ı yaşı tutan herkes hatırlar. Vücudu, buzlar altında hiç bozulmadan kalabilmiş bu taş devri insanının yanında ve üzerinde bir dizi alet, bitki ve mantar kalıntıları bulunması araştırmacıları heyecanlandırmış, tüm dünyanın ilgisini çekmişti. Etnobotanik açıdan ise tanımlanabilir bitki ve mantar parçalarının bozulmadan kalabilmesi gerçekten çok heyecan verici idi.

Huş mantarı Buz adamın bıçağı Buz adamın sadağı Kav ve Çakmak
Yukarıda: Buz adamın temsili resmi Yukarıda: Buz adamın deri bir sicime dizdiği kurutulmuş, ceviz büyüklüğünde mantarlar (Piptoporus betulinus) Yukarıda: Buz adamın kemeri Yukarıda: Buz adamın bıçağı ve kılıfı Yukarıda: Buz adamın sadağı ve oku  Yukarıda: Çakmak taşı ve ateş yakmakta kullanılan araç (metal parça) ve tutuşturucu (Kav).

Heybesinde çakmak taşından yapılmış baltası ve kemerindeki cepte hem kav mantarı hem de çakmak taşı ve ateş yakmak için sürtme çubukları bulunuyordu. Kemerine asıl bir kılıf içinde de tahtadan sapı olan çakmak taşından bir bıçağı vardı. Ayrıca kemerine asılı kesesinde de üç çeşit mantar olduğu görüldü. Bu mantarların bir bölümü Huş mantarı (Piptoporus betulinus), bir bölümü de Kav mantarı (Fomes fomentarius)ydı. Ancak üçüncü çeşit mantarın ne olduğu hala saptanabilmiş değil. Bir de deri bir sicime dizilmiş, ceviz büyüklüğünde kurutulmuş mantarlar bulunmuştu ki bunlar da yine Huş mantarı idi. Araştırmacıların ilgisi daha çok Kav mantarı üzerinde yoğunlaşmıştı. Ve buna bağlı olarak, Kav mantarına, literatürde uluslararası tanım birliğini sağlamak için kullanılan Latince iki ismine ek olarak (Ice man fungus = Buz adam mantarı) adını da verdiler.

Fomes fomantarius, "buz adam" ve mensup olduğu klan tarafından ateş yakmakta "kav" olarak olarak kullanılmış olma ihtimali oldukça yüksek. Bugün anti bakteriyel özellikleri olduğu bilinen Piptoporus betulinus ise örneğin, ishal ve karın ağrılarına neden olan bağırsak kurtlarına karşı yada yaraların tedavisinde ilaç olarak, kullanılmış olabilir. Dahası, bu mantarın kaynatılmasıyla bağışıklık sistemini güçlendirici bir içecek de hazırlamış olabilirler. Bugün de vahşi doğada dolaşan gezginler, macera sevenler için çok yararlı olabilecek bilgiler bunlar...

M.Ö. 2900 lü yıllarda Mısır'da yaşamış olan Imhotep çok tanınmış Mısırlı bir rahip ve aynı zamanda mimardı. Ve döneminde Mısır Kralı Zoser'in danışmanlık görevini de üstlenmişti. Bu kişi zamanında, küflendirdiği ekmekleri değişik hastalıklara karşı sağaltıcı olarak kullanmış yani bir anlamda erken dönem penisilini keşfeden kişi olmuştur. Bu nedenle pek çok kişi modern tıbbın babası olarak, Hippokrates'i değil Imhotep'i kabul eder. Zaten ölümünden sonra Mısırlılar da kendisini "sağlık tanrısı" olarak kutsamışlardır.

Mısır'da var olan bu bilginin eski Yunan ve Roma'da da olduğu tahmin ediliyor. Anadolu'da da yüzlerce yıldır beyaz peynirdeki küfün, yaraların iyileştirilmesinde, Yörükler tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Dolayısıyla kısaca penisilyum diye isimlendirilen (Penicilum notatum) isimli yeşil küf mantarının Anadoluda da çok eski zamanlardan beri kullanılmış demektir. Bakterilerin düşmanı olan bu mantar, bu ilk antibiyotik, birçok insanın hayatını kurtarmıştır ve halen de bundan yararlanılmaktadır.

Demeter

Yukarıda:M.Ö. 450 yılında, Elenius Tapınağının duvarında Tanrı Zeus'un kızı Persephone ile Bereket Tanrıçası Demeter'in bir halüsinojenik mantara (Psilocybe semilanceata) tapınırcasına bakarken gösteren bir duvar kabartması

Binlerce yıldır insanlar, mantarlardan tıbbi ve dini amaçlarla yararlandıkları gibi sarhoş eden, keyif veren bir madde olarak da kullanmışlardır.

Latin Amerikada mantar, Mazatekler, Aztekler, Zapotekler ve diğer kabilelerin büyücüleri tarafından kullanılan bir araçtı.

Doğada var olan ot, meyva gibi bitkilerin insana zararlı ve zehirli olanları olduğu gibi mantarın da şu yada bu derecede zehirlileri vardır.Roma Kralı Neron'un, annesinin , oğlunun ve muhafız alayı komutanının ve arkadaşlarının mantar yiyerek zehirlendikleri söylenir.İlkel toplumların ve hatta günümüzde bazı kabilelerin hem din adamlığı hem de hekimlik görevini üstlenmiş büyücüleri yada şamanları, bu alkoloid ve zehir içeren mantarları, hem insanların tedavisinde hem de dini törenler sırasındaki ritüellerde kullanmışlardır.

Tabii ki mantarların öldürücü zehirli türlerinden tarih boyunca saray entrikalarında ve cinayetlerde de yararlanılmıştır.Roma kralı Claudius II (M.S. 270) ve Papa Clemens VII (1534) nin zehirli mantarlarla öldürüldükleri rivayet olunmaktadır.Yine efsaneye göre Tanrı Buddha'nın bir köylünün, leziz bir mantar diye sunduğu, yer altında yetişen bir mantardan ölmüş bulunuyor.

Mantar ve  beslenme

Mantar, çok uzun zamanlardan beri insan beslenmesinde önemli bir yere sahiptir. İlk insanların, avcılık ve toplayıcılık döneminde, bitki ve meyvalarla birlikte mantarları da toplayıp yemiş olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Daha sonraki dönemlerde hem eski Yunan'da hem de Roma'da mantardan gıda ve ilaç olarak yararlanıldığını, Roma İmparatorluğunda mantarların pazar yerlerinde halka satıldığını, bu satışların yasalarla denetlendiğini eski Roma kayıtlarından öğreniyoruz. Yine Romalılar zamanında (M.S. 23-79) depolardaki tahıllar üzerinde mantarlar bittiği de kaydedilmiştir. Pompei'deki kazılarda, duvarlara çizilmiş bu döneme ait mantar resimleri bulunmuştur.

Mantar tutan Çinli
Çinli ressam Chen Hongshou'nun (1598-1652), "Elinde Reishi (Ganoderma lucidum)  mantarı tutan adam" adlı tablosu.

Çin'de de MS 500 lü yıllarda mantar artık iyice bilinen bir besin haline gelmişti ve artık pazarlarda satılıyor, ilaç ve büyü yapmakta kullanılıyordu. Bazı mantar türlerinin şifa verici etkilerinden söz ediliyordu. Saraylarda İmparatorların şifalı olduğuna inanılan Reishi (Ganoderma lucidum) mantarları ile resmedildiğini de biliyoruz.

Japonya'da, Kore'de ve Asya'nın öteki bölgelerinde de durum pek farklı değildi. Çinde ve Japonya'da 1200 lü yıllardan beri mantar üretimi yapılmaktadır. Bu süreç Avrupa'da ancak 1650 yıllarında başlayabildi. Fransada bu yıllarda bir bahçıvan bahçesindeki kompost yığınında Champinyon mantarının üremiş olduğunu görmüş ve mantar yetiştirme ilhamını aldı. Böylece mantar yetiştirmeye koyuldu. 1700 lü yılların başında mantar sporları, miselyum ve mantar arasındaki bağlantılar ortaya çıkarıldı. Böylelikle çok daha bol miktarda mantar elde etme koşulları da ouşturuldu.

Çin, Rusya, Doğu Baltık ülkeleri, Doğu Avrupa ülkelerinde mantar toplama ve yeme geleneğinin bir kaç yüz yıllık mazisi vardır. Buna mukabil Güney Avrupa (Akdeniz ülkeleri) ülkelerinde mantar toplama geleneği çok eski dönemlere, ta eski Roma ve Yunan zamanına kadar uzanır. O dönemlerde mantar leziz bir yiyecek ve baharat olarak değerlendiriliyordu. Fransa 1600 lü yıllarda mantar üretiminin ilk yapıldığı ve mantarın yiyecek olarak kabul gördüğü ülke olmuştur.

Mantar, insanın beslenmesinde tarihte çok önemli rol oynamıştır. Kefir, yoğurt, peynir ve ekmek üretiminde mantar kaynaklı maya kullanılmaktadır. Öte yandan maya-mantarlarının üzümdeki şekeri alkole dönüştürdüğü, yüz milyonlarca yıl öncesinden beri de bilinmekte idi. Ancak mantarların bu dönüşümleri neden yaptığı, son zamanlara kadar, doğal olarak, bilinmiyordu. Bilimin gelişmesi ile birlikte Lund ve Milano'da araştırmacılar bunun nedenini ortaya koydular. Mantarlar, ürettikleri bu alkolü, kendi yaşam savaşlarında, bir silah olarak kullanıyorlar.

Ticari amaçlı mantar yetiştirilmesi ise Fransa'dan etkilenerek ancak 1930 lı yıllarda Champinyon mantarı üretilmesi ile başlayabildi. Üretim başlangıçta açık alanlarda yapılıyordu, ancak zamanla mantar yetiştirme seraları kurulmaya başladı. Böylece mantar üretimi bütün yıl süresini kaplamış oldu. Champinion dışındaki diğer mantarların üretimi ise ancak 1980 den sonraya denk gelir. Önce İstiridye (Pleurotus ostreatus) mantarı ve daha sonra da Şitake mantarı (Lentinula edodes) üretimi devreye sokuldu.

Mikoloji = Mantar Bilimi

İnsanın mantara ilgisi, merakı çok eski zamanlardan beri var dedik. İnsanlar, bilgilerini artırmak, meraklarını gidermek için mantarı sürekli araştırdılar ve ne olduğunu çözmeye, anlamaya çalıştılar.

Ancak mantarların ciddi olarak literatürde yer alması orta çağın sona ermesi ile başlar. Bu dönemde konuya ilgi duyan bir çok araştırmacı mantarlar üzerinde değişik çalışmalar yaptılar ve bu çalışmalarını yayınladılar.

Mikolojinin bilim olarak ortaya çıkışı ise ancak 1700 lü yıllara rastlar. İlk modern mikolog Pier Antonio Micheli (1679-1737) isimli bir İtalyan'dı. 1727 de yazdığı "Nova Genera Plantarum" adlı eserinde araştırmalarını, gurup isimlerine dayanarak yaptığı sınıflandırmaları, çizdiği resimlerle birlikte yayınlamıştır.

Linne
Yukarıda: Bitkilerin sınflandırılmasının babası sayılan İsveç'li botanikçi Carl Von Linne görülüyor

İsveç'li Carl Von Linne (Linneaus, 1707-1778), bir botanikçi olarak, araştırmalarına dayanarak, yaptığı klasifikasyon içinde mantarları "Species Plantarum" adlı yapıtında "Cyrptogamia Fungi" sınıfında toplamış ve Agaricus, Boletus gibi, bugün de kullanılmakta olan, bazı generik isimler de kullanmıştır.

Yine İsveç'li Elias Fries (1794-1878), bu günkü mantarlar sistematiğinin esasını kurmuş ve İsveç'te mantar klasifikasyonunun yürütülmesinde bir fonun kurulmasına önderlik etmiş ve çalışmalarını "Systema Mycologicum" adlı eserde toplamıştır. 1865 te "İsveç'in yenen ve zehirli mantarları" adlı kitabını bastı.

Bu sırada (1866-1867) İsveç bir kıtlık dönemini yaşamaya başlamıştı, bu bilgiler tam da bu dönemde işlev kazandı ve İsveç halkının mantarlarla beslenebilmesi için kampanyalar düzenlenmeye başlandı. Bu kampanyalar daha çok papazların ve öğretmenlerin öncülüğünde düzenleniyordu. Ancak halk bu kampanyalara fazla rağbet etmiyordu ve direnç gösteriyordu. Bu durum ta 1900 yıllara kadar sürdü, bu süreç içinde mantarlar ilgi daha çok üst sınıflarda geçerli oldu. Ne var ki ikinci dünya savaşı öncesi dünya krizi sırasında ve de savaş yılları boyunca halkın mantara yönelişi başladı ve hızla yükseldi. Bu gün ise bir milyonu aşkın İsveçli mantar toplama hobisine sahip bulunuyor.

Alexander Fleming 1927 de penisilini bularak bakteriyel enfeksiyonlara karşı etkin mücadeleyi sağlamıştır.

Günümüzde de mantar konusundaki araştırmalar sürmekte, bu konuda sürekli yeni bilgiler elde edilmektedir.

Şimdilerde tüm mantarların kendilerine ait bir mantarlar alemi (Fungi / Mycota) olduğu kabul edilmektedir. Tıpkı bitkiler alemi (Plantae) ve hayvanlar alemi (Animalia) gibi. Ancak bu her zaman böyle değildi. Mantarlara ait ilk sistematize çalışmaları tamamen dış görünüşlerine göre yapılmıştı. Mantarların çoğu, bazıları dışında, örneğin sümüksü mantarlar, bitki sayılmıştı. Sümüksü mantarların (Myxomycetes sınıfı) hayvanlar alemine dahil olduğu düşünülmüştü. Gerçekten de bu mantarlar amiplere benzer bir tarzda hareket edebilirler vede katı gıda parçalarıyla beslenebilirler. Diğer mantarlar ise yiyeceklerini vücutları dışında sindirirler ve gıdalarını çözelti şekline dönüştürerek alırlar.

Ancak daha sonraları sistematize metodu değiştirilerek, fizyoloji ve genetik alanındaki araştırmaların yardımı ile yapılmaya başlandı.

Sistematizasyonda her yeni metoda geçişte sınıflandırma da değişik bir biçimde yapılır. Bu nedenle soy ağaçları defalarca çizilmiştir ve doğaldır ki, yeni araştırma sonuçlarına göre soy ağaçlarının çizimi tekrar tekrar yapılacaktır. Bu sadece mantar türleri için değil, bütün organizmalar için geçerlidir. Araştırma yöntemleri daha derin, daha ayrıntılı hale geldikçe daha büyük farklılıklar keşfedilir ve bu da soy ağacının dal sayısında artışlara neden olur. Yani daha fazla sayıda soy, daha fazla sayıda aile.