Kızılderili reis Seattle, daha 1885'lerde, zamanın ABD başkanına yazdığı ve kızılderililerin yaşadıkları toprakları, beyazların süratle kendi mülkiyetlerine geçirmeye başlamalarına karşı çıktığı mektubunda: | |
"İnsan
toprağa aittir, toprak insana değil. |
|
Seattle, insanları -doğru olarak- doğanın sahibi değil yalnızca doğanın bir parçası olarak gören bir toplumun üyesi olarak, daha o günlerde ekolojiyi kavramış ve doğal çevreyi beyaz insanların talanına karşı korumaya çalışmıştı. | |
Aradan yüzyıldan uzun bir zaman geçti. Bu gün insanlık, ekoloji, çevre, doğanın dengesi vb hakkında çok daha ileri bilgilere sahip bulunuyor. Ancak elindeki bu geniş bilgilerle uyumlu veya onlara yakışır bir yönde yürümüyor. Araştırmacılar, bilim adamları işlerin kötüye gittiğini hem seziyor hem de görüyor ve sürekli uyarılarda bulunuyorlar. İnsanların önemli bir kısmı da bu gidişin iyiye doğru olmadığının farkında ama yine de rotayı olumlu bir yöne çevirici bir etkileri olamıyor. |
|
Çünkü doğayı mahveden şeylerin ön sırasında insanın somut eylemi olarak TÜKETİM gelmektedir. Tüketimin giderek daha fazla pompalandığı, serbest pazar ekonomisinin üstelik de kendi yarattığı, ekonomik kriz dönemlerinde halkın, daha çok tüketememesi nedeniyle krizlerin atlatılamamasından sorumlu gösterilerek neredeyse vatan haini ilan edildiği bugünkü ekonomik düzende 'tüketime hayır' diyebilmek 'sisteme hayır' anlamına gelir ki bilindiği gibi neredeyse olanak dışıdır. | |
İnsan, ihtiyaçları sürekli pompalanabilen bir varlıktır. Eğer bu pompalamaya dur denilemez ise, üretimi ellerinde bulunduranların bu pompalamaktan kendi inisiyatifleri ile vazgeçmeleri beklenemez. İhtiyaçlar için belirlenebilecek bir sınır yoktur ve bu koşullarda olamaz da. Aşırı tüketmemek ve tüketirken hem insanın bugününü hem de gelecek kuşakları ve giderek tüm canlığı ve doğayı düşünmek bilgi ve bilinç gerektirir. |
|
Yine içimizden birinin söylediği şu sözleri burada yineliyoruz: | |
Dünya, atalarımızdan
bize kalan bir miras değildir, O'nu çocuklarımızdan ödünç alıyoruz!.. |
Ekoloji ve Çevre Bilimleri Hakkında |
|
Ekoloji sözcüğü ilk kez 1869 yılında Alman bilim adamı Haeckel tarafından kullanılmış. Bu sözcük Eski Yunanca'da ev idaresi anlamına geliyor. Ancak bilimsel olarak "Ekoloji, canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır." şeklinde tanımlanıyor ve özünde biyolojinin bir alt dalı oluyor. Günümüzde, "insan ekolojisi (human ecology)" ya da "çevre bilimleri" denilen, yeni, çok daha geniş kapsamlı bir kavram, yeni bir bilim dalı var. İşte bu bilim dalı, yalnızca bir alt bilim dalı olmayı aşmış, insan doğa ilişkilerini inceleyen uygulamalı ve disiplinler arası bir bilim dalı olmuştur. |
|
'Çevre bilimleri' kavramından, insan-doğa yada insan-çevre ilişkilerini inceleyen bilim dalını anlıyoruz. Çevre bilimleri, ekolojiden başka sistembilim, fizik, kimya, tıp, mühendislik, ekonomi gibi çeşitli bilim dallarını da bünyesinde toplar. Ekolojinin bize öğrettigi belki de en önemli şey, doğadaki herşeyin birbirine bağlı ve bağımlı olduğudur, yani doğanın bütünselliğidir. Bütün bunları bilmezsek ne olur demeyin. Çünkü dünyamızın geleceği önemli ölçüde bizim bu konularda olabildiğince bilgilenmemize bağlıdır. |
|
Ekolojide yaşamın kendisinden çıkarılan bazı ilkeler var. Örneğin: |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
* Isı
enerjisinin karbondioksit gibi gazlar tarafından emilip
atmosferde alıkonmasıyla ortaya çıkan ısı
artışı ** Belli bir alanda yaşayan ve birbirleriyle sürekli etkileşim içinde olan canlılar ile, bunların cansız çevrelerinin oluşturduğu bütün ***Çevre ve Ekoloji, Mine Kışlalıoğlu - Fikret Berkes, 5. Basım, sahife 23 |
|
Kaynaklar:
|
|
Ekosistem deyince, kısaca | |
"Belli bir alanda yaşayan ve birbirleriyle sürekli etkileşim içinde olan canlılar ile bunların cansız çevrelerinin oluşturduğu bütün"* ü anlıyoruz. |
|
Ekosistemi daha ayrıntılı bir şekilde 'Sınırları belirli bir bölge içinde yaşayan üreticiler, tüketiciler, ayrıştırıcılar ve onların cansız çevrelerinden oluşan: enerji akıımı, mineral döngüleri ve populasyon denetim işlevlerini kapsayan bir birim'' * şeklinde de tanımlayabiliriz. Örneğin sınırları belirlenebilen bir göl, bir ada, bir çayır, bir orman vb çeşitli ekosistemlerdir. Tek başına bütün dünya, en büyük ekosistemi oluşturmaktadır, ancak bir ekosistem, yerde duran bir taş parçasının altındaki küçük bir alan da olabilir. | |
Ekosistemin Öğeleri |
|
Ekosistemler, birbirlerinden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, içlerindeki canlılar arasındaki etkileşimler dengeli ve enerji sağlanmasında bir sorun olmadığı sürece kendi kendilerine yeterli birimlerdir ve bazı ortak ögelerden oluşurlar. Bu ortak ögeler: | |
|
|
Ekosistemin canlı ögeleri:(Biyotik ögeler) | |
|
|
Ekosistemin cansız ögeleri :(Abiyotik ögeler) |
|
|
|
|
|
İşte bu tüm fiziksel koşulların bir araya gelme tarzı ve maddi (kimyasal) çevresiyle birlikte oluşturduğu bütün, bazı canlı türleri için yaşamaya elverişli iken diğerleri için değildir. | |
Ekosistemin İşlevleri |
|
Şunu da belirtelim ki ekosistemler, varlıklarını üç temel işlevle sürdürmektedirler. |
|
Ekosistemlerde canlı ve cansız ögeler üç ana işlevle birbirlerine bağlanırlar. Bunlar enerji akımı, ekolojik döngüler (kimyasal madde döngüleri) ve populasyon denetimleridir. Bu üç işlev, ekosistemin ögelerinin birbirleriyle ilişkilerini düzenler ve sistemin bir bütün olarak sürmesini sağlar. Vurgulamak gerekir ki, bu üç işlev, ekosistemlerde tek tek değil, kesinlikle birlikte bulunurlar. | |
Enerji akımı | |
Enerjinin tek kaynağı güneştir. Enerji akışını şematik olarak aşağıda görebiliriz: | |
Temel üreticiler, yani genel olarak bitkiler, güneş enerjisini, fotosentez yoluyla (topraktan aldıkları inorganik maddelerle değişik hidrokarbonlar üreterek) kimyasal enerjiye çevirirler. Temel üreticilerden öteki canlılara doğru tek yönlü bir enerji akımı vardır. Temel üreticilerin dokularında biriken bu kimyasal enerjinin bir bölümü onların kendi yaşamsal işlevleri için kullanılır. Bir bölümü ise onlarla beslenen otobur canlılara (genellikle otobur hayvanlar) enerji olarak aktarılmış olur. Aynı olgu otoburlar için de geçerlidir. Onların da dokularında toplanmış olan enerjinin bir kısmı kendi yaşamlarını sürdürmeleri için harcanırken bir kısım enerji de yiyecek olarak etoburlara aktarılır. | |
Ekolojik döngüler (Madde döngüleri) | |
Temel üreticilerin topraktan aldıkları inorganik maddelerin, ölü organizmaların çürümesiyle, yani, ayrıştırıcıların ölü organizmaları ayrıştırma işlevleri sonucunda yeniden toprağa dönmeleridir. Bu döngü aşağıda şematik olarak görülmektedir. | |
|
|
Bu döngüler olmasaydı toprak giderek fakirleşecek, temel üreticiler kendileri için gerekli besin maddelerini bulamadıkları için yaşamlarını sürdüremiyecek ve sonunda tüm yaşam olanaksız olacaktı. Ölü organizmaların dokularındaki organik maddeler ayrıştırıcılar (bazı mikroorganizmalar) tarafından bileşenlerine ayrılıp en sonunda yeniden inorganik maddeler olarak ve yeniden temel üreticilerin kullanacağı biçime getirilerek toprağa karışırlar. Yani, şu dinsel deyiş çok doğru: 'Topraktan geldik, toprağa gidiyoruz'. | |
Populasyon denetimleri | |
Ekosistemin canlı ögeleri olan bitki, hayvan ve öteki canlı populasyonları sınırsız olarak artamazlar. Bunun denetimi, ekosistemdeki geri besleme mekanizmaları aracılığıyla olur. Bu araçlar, uygun yiyecek durumu, yaşama alanının uygunluk derecesi, iklim koşullarının uygunluğu, ekolojik rekabet, hastalıklar vb dir. | |
|
|
* Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Doç Dr Mine Kışlalıoğlu, Prof Dr Fikret Berkes, Remzi Kitabevi | |
Kaynaklar: | |
- Ekoloji ve Çevre
Bilimleri, Doç Dr Mine Kışlalıoğlu, Prof Dr
Fikret Berkes, 5.Basım, Remzi Kitabevi - Biyoloji Lise 1, MEB Yayınları, Ders Kitapları Dizisi |
|
Sera etkisi deyince, yerin yüzeyinden yansıyan ışınların, atmosferdeki karbondioksit vb gibi gazlar tarafından absorbe edilip tutulması ve bu yüzden dünyanın ısınmasını anlıyoruz. |
|
"Yeryüzüne gelen ışınların büyük bir kısmı yüzeyden yansır. Kısa dalga güneş enerjisi, yani ışık, yeryüzüne çarpınca uzun dalga ısı enerjisine dönüşür. Bu ısı enerjisinin bir kısmı atmosferdeki karbondioksit tarafindan emilir ve yeryüzüne geri yansıtılır. Bu olayın camlarla kaplı limonlukların güneş ışınlarıyla ısınmasına benzeyişinden ötürü, atmosferdeki karbondioksitin 'limonluk (ya da sera) etkisi' denir." * | |
Araştırmacılar, son iki yüz yıl boyunca atmosferin bileşiminin karbondioksit açısından değiştiğini gösteriyorlar. Sanayileşmeyle birlikte her geçen gün daha çok kömür, petrol gibi fosil yakıtlarının kullanılması, tarım alanları, yerleşim alanları açmak vb nedenlerle büyük orman alanlarının tahrip edilmesi atmosferdeki karbondioksit miktarını sürekli artırıyor. Sanayileşmeden önceki dönemde atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun milyonda 275-285 olduğu hesaplanıyor. 1958 de bu, 315'e çıktı. |
|
Havadaki karbondioksit oranı daha da artmaya devam etmektedir. Ayrıca, atmosferde sera etkisi yaratan başka gazlar (örneğin, azotoksitler, metan vb) da var. Bu gazların da atmosferdeki miktarı sürekli artmaktadır. Bu artışlar endişe vericidir. Dünya atmosferindeki karbondioksit miktarı milyonda 570'e yükselirse, yapılan hesaplara göre dünyadaki ortalama sıcaklık 3°C artacak. Ve bunun, şimdiden öngörülemeyen, ancak belki de büyük felaketlere yol açan sonuçları olacak. | |
Sera etkisi, çevre bilimlerinde belki de en çok tartışılan konudur. Araştırmacıların ve konuyla ilgilenenlerin büyük bir çoğunluğu, dünyada gözlemlenen ısınmanının dünya çapında bir iklim değişikliğine neden olacağını, birçok ülkenin kurak hava nedeniyle çölleşip, bazılarının da eriyen buzulların deniz seviyesini yükseltmesi nedeniyle sular altında kalacağını, şu anda iklimi soğuk bazı ülkelerin ılımanlaşıp avantajlı duruma gelebileceklerini, ancak bunun da garantisi bulunmadığını, örneğin, sıcak su akıntısı Golfstrim sayesinde iklimleri oldukça yumuşak olan İsveç gibi bazı kuzey ülkelerinde, eğer Golfstrim eriyen buzullar nedeniyle yön değiştirise, daha soğuk ve sert bir iklim görülebileceğini söylüyorlar. |
|
Diğer bir grup araştırmacı ise iklim değişikliklerinin sera etkisi nedeniyle olduğunun kanıtlanmadığını ve iklim değişikliklerinde, sorunu karmaşıklaştıran çok fazla sayıda faktörün rol oynadığını ileri sürüyorlar. Bu da doğru olabilir. Ancak, insanların faaliyetlerinden dolayı atmosferdeki sera etkisi yaratıcı gazların miktarının arttığı bilindiğine ve bunun da sonunun nereye varacağı kestirilemeyen, ancak dünyanın çoğu yoksul ülkesi için bir felaket anlamına gelen iklim değişikliklerine yol açmaya başladığı çoğu araştırmacı ve ekolog tarafından düşünüldüğüne göre (bu, henüz yüzde yüz kanıtlanmamış bile olsa, kuvvetli belitileri var) biz insanların da buna göre tedbir almaları gerekmektedir. | |
Yani, insanın neden olduğu olası sera etkisini azaltmak için yerel ve küresel her türlü önlem alıınmalıdır. Böyle davranırsak 'doğanın suyuna gitmiş' ve olası bir tehlike karşısında emniyetli tarafta kalmış oluruz. |
|
|
|
* Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Doç Dr Mine Kışlalıoğlu, Prof Dr Fikret Berkes, Remzi Kitabevi | |
Kaynaklar: - Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Doç Dr Mine Kışlalıoğlu, Prof Dr Fikret Berkes, Remzi Kitabevi - Biyoloji, Lise1, Sevgi Börü, Emine Öztürk, Şermin Cavak Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları DersKitapları Dizisi - Jorden, Bonniers (İsveç Basımı) |
|
Enerji Piramidi ve Besin Zinciri |
|
Ekosistemlerdeki tüm canlıların bir besin zinciri ile birbirlerine bağlı oldukları söylenebilir. Yani canlılar birbirlerinin besinidirler. Canlıları kendilerine yaşamları için gerekli enerjiyi sağlama biçimlerine göre bir piramite yerleştirirsek, bu piramidin tabanına bitkiler tekabül eder. | |
Bitkiler güneş enerjisini kullanarak
fotosentez yoluyla kendilerine karbonhidrat sağlarken
diğer canlılar için gerekli olan enerjiyi de üretmiş
olurlar. Yani bitkiler tüm canlılar için üretici bir
roldedirler. Bitkilerde depolanan enerji, besin zinciri ile tüm
canlılara aktarılmaktadır. İşte bu besin
zincirinin birinci halkasını ve yukarıda sözünü
ettiğimiz piramidin tabanını oluşturan
canlılara (çiçekli bitkiler, mikroskobik algler vb) enerji
üretimindeki rolleri açısından üreticiler
diyoruz. Üreticilerden sonra birincil tüketiciler gelmektedirler. Bunlar koyun, sığır, fil, tavşan gibi yalnızca bitkilerle beslenen hayvanlardır. Birincil tüketicilerle beslenen hayvanlara ikincil tüketiciler (aslan, kaplan, kurt gibi etoburlar), ikincil tüketicilerle beslenen hayvanlara da üçüncül tüketiciler (örneğin küçük etoburlarla beslenen yırtıcı kuşlar vb) diyoruz. Asalak olarak yaşayan tüm canlılar da bu tüketici gruplardan birisine dahildirler. Ölü hayvan ve bitkilerin çürüyüp ayrışmasını ve dokularındaki minerallerin ve inorganik maddelerin toprağa karışıp yeniden 'devri daim' e girmesini sağlayan canlılara (bir kısım bakteriler ve miroskobik mantarlar) da ayrıştırıcılar diyoruz. |
|
|
|
Yukarıda gösterilen besin zincirindeki en önemli halkanın, isimlerinden de anlaşılabileceği gibi üreticiler olduğu apaçık. En sonuncu halka olan ayrıştırıcılara gelince, üreticiler kadar göze çarpmamakla beraber onların da besin zincirindeki rolleri aynı derecede önemli. Çünkü onlar yaşamın hammaddeleri olan inorganik maddeleri toprağa geri döndürüyorlar. Üreticiler ve ayrıştırıcılar olmaksızın yerküremizde yaşam mümkün olmazdı. | |
Peki ya tüketiciler? Onlar, esas olarak, yaşamın sürdürülmesinde zorunlu unsurlar değildirler. Ancak içinde bulundukları ekosisteme bağlı olarak pratikte onların da bazan önemli rolleri olabilir. Özellikle birincil tüketicileri olmayan bir ekosisteme rastlamak herhalde çok zordur. Ondan sonra gelen ikincil ve üçüncül tüketiciler olmadan da ekosistemler varlıklarını sürdürebilirler. | |
Her şeyi yiyen, tüketicinin de tüketicisi olan biz insanlar ise canlılığın sürdürülmesi açısından ekosistemde hiç de vazgeçilmez değiliz. İnsanın olmadığı bir dünya ve ekosistem vardı ve var olabilir de, ancak zincirdeki öteki halkaların bir kısmı olmadan ne canlılık ve ne de bunu yansıtan bir ekosistem söz konusudur. Bizim ekosistemdeki önemimiz(!) şuradan gelmektedir ki, ait olduğu ekosistemi yok etme yeteneği olan tek canlı türü sadece biziz. | |