Ekolojiye Giriş

Kızılderili reis Seattle, daha 1885'lerde, zamanın ABD başkanına yazdığı ve kızılderililerin yaşadıkları toprakları, beyazların süratle kendi mülkiyetlerine geçirmeye başlamalarına karşı çıktığı mektubunda:

"İnsan toprağa aittir, toprak insana değil.
Bütün yaratıklar birbirlerine bağımlıdır,
her yaratılmış şeyin bir bağlantısı vardır.
Hayatın dokusunu insan dokumadı,
o yalnızca bu dokumada yer almış olan bir iplikciktir.
" diyordu.

Seattle, insanları -doğru olarak- doğanın sahibi değil yalnızca doğanın bir parçası olarak gören bir toplumun üyesi olarak, daha o günlerde ekolojiyi kavramış ve doğal çevreyi beyaz insanların talanına karşı korumaya çalışmıştı.

Aradan yüzyıldan uzun bir zaman geçti. Bu gün insanlık, ekoloji, çevre, doğanın dengesi vb hakkında çok daha ileri bilgilere sahip bulunuyor. Ancak elindeki bu geniş bilgilerle uyumlu veya onlara yakışır bir yönde yürümüyor. Araştırmacılar, bilim adamları işlerin kötüye gittiğini hem seziyor hem de görüyor ve sürekli uyarılarda bulunuyorlar. İnsanların önemli bir kısmı da bu gidişin iyiye doğru olmadığının farkında ama yine de rotayı olumlu bir yöne çevirici bir etkileri olamıyor.

Çünkü doğayı mahveden şeylerin ön sırasında insanın somut eylemi olarak TÜKETİM gelmektedir. Tüketimin giderek daha fazla pompalandığı, serbest pazar ekonomisinin üstelik de kendi yarattığı, ekonomik kriz dönemlerinde halkın, daha çok tüketememesi nedeniyle krizlerin atlatılamamasından sorumlu gösterilerek neredeyse vatan haini ilan edildiği bugünkü ekonomik düzende 'tüketime hayır' diyebilmek 'sisteme hayır' anlamına gelir ki bilindiği gibi neredeyse olanak dışıdır.

İnsan, ihtiyaçları sürekli pompalanabilen bir varlıktır. Eğer bu pompalamaya dur denilemez ise, üretimi ellerinde bulunduranların bu pompalamaktan kendi inisiyatifleri ile vazgeçmeleri beklenemez. İhtiyaçlar için belirlenebilecek bir sınır yoktur ve bu koşullarda olamaz da. Aşırı tüketmemek ve tüketirken hem insanın bugününü hem de gelecek kuşakları ve giderek tüm canlığı ve doğayı düşünmek bilgi ve bilinç gerektirir.

Yine içimizden birinin söylediği şu sözleri burada yineliyoruz:
Dünya, atalarımızdan bize kalan bir miras değildir,
O'nu çocuklarımızdan ödünç alıyoruz!..

 

Ekoloji ve Çevre Bilimleri Hakkında

Ekoloji sözcüğü ilk kez 1869 yılında Alman bilim adamı Haeckel tarafından kullanılmış. Bu sözcük Eski Yunanca'da ev idaresi anlamına geliyor. Ancak bilimsel olarak "Ekoloji, canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır." şeklinde tanımlanıyor ve özünde biyolojinin bir alt dalı oluyor. Günümüzde, "insan ekolojisi (human ecology)" ya da "çevre bilimleri" denilen, yeni, çok daha geniş kapsamlı bir kavram, yeni bir bilim dalı var. İşte bu bilim dalı, yalnızca bir alt bilim dalı olmayı aşmış, insan doğa ilişkilerini inceleyen uygulamalı ve disiplinler arası bir bilim dalı olmuştur.

'Çevre bilimleri' kavramından, insan-doğa yada insan-çevre ilişkilerini inceleyen bilim dalını anlıyoruz. Çevre bilimleri, ekolojiden başka sistembilim, fizik, kimya, tıp, mühendislik, ekonomi gibi çeşitli bilim dallarını da bünyesinde toplar. Ekolojinin bize öğrettigi belki de en önemli şey, doğadaki herşeyin birbirine bağlı ve bağımlı olduğudur, yani doğanın bütünselliğidir. Bütün bunları bilmezsek ne olur demeyin. Çünkü dünyamızın geleceği önemli ölçüde bizim bu konularda olabildiğince bilgilenmemize bağlıdır.

Ekolojide yaşamın kendisinden çıkarılan bazı ilkeler var. Örneğin:

  • Doğanın bütünselliği: Doğa bir bütündür. Doğanın kendi içinde bir dengesi, bir bütünlüğü vardır. Canlı, cansız herşey, bu bütünün bir parçası olarak, kendi aralarında ilişki ve bağımlılık içindedirler.
    Örneğin doğadaki canlılar, besin zinciri ile birbirlerine bağımlı ve bağlıdırlar. Bitkiler, güneş enerjisini kullanarak fotosentezle besin maddelerini üretirken aynı zamanda hayvanların yaşamaları için gerekli enerjiyi de sağlarlar. Bitkilerde besin maddelerinde depolanan enerji, besin zinciri ile bütün canlılara -ve tabii biz insanlara da- aktarılır. İşte bu yüzden besin zincirindeki bir canlıyı yok ettiğimizde, doğadaki bu dengeyi bozmuş oluyoruz.
    Yine örneğin insanlar olarak -diğer birçok canlı gibi- yaşamımız için gerekli olan oksijeni bitkilere borçluyuz. Dünyanın akciğerleri olarak nitelendirilebilen yağmur ormanlarını tahrip ettiğimizde, atmosfere karışan oksijen gazının azalmasına, sera etkisinin* artmasına ve dolayısıyla tüm yaşam için yıkıcı sonuçlar doğurabilecek iklim değişikliklerine neden oluyoruz.
    Bütüne verilen önem, çağdaş ekolojinin en önemli özelliklerinden biridir.

  • Doğanın sınırlılığı: Doğada her şeyin bir sınırı vardır. Doğal kaynaklar sınırsız değildir, yani kullanmayla azalır ve sonunda tamamen tükenebilirler. Doğanın kaldırabileceği canlı sayısının (populasyonun) da bir sınırı vardır, hiçbir canlı türü sınırsız bir çoğalmayı sürdüremez. Bunun gibi doğanın kaldırabileceği çevre kirlenmesinin de bir sınırı vardır.

  • Doğanın özdenetimi: Doğanın dengesini, onun bütünselliğini doğanın özdenetimi sağlar. Evet, doğa bir bütündür, bir ekolojik sistem (ekosistemdir). Ekosistem kavramıyla, canlı, cansız doğa tek bir bütün, bir sistem olarak görülur. Bu ekosistemde ya da içerdiği diğer ekosistemlerde** doğanın sınırları zorlanamaz. Örneğin herhangibir türün ulaşabileceği populasyon sınırlıdır. Bu sınır zorlandığı zaman doğa, çeşitli yollarla (diğer canlılar, hastalık, açlık vb) bunu engeller.

  • Doğanın çeşitliliği: Doğada çok sayıda canlı türü (yirmi milyon civarında) olduğu gibi, aynı türden canlılar arasında da çok fazla çeşitlilik vardır. Bu çeşitlilik, doğanın bütünlüğünün sağlanması ve doğanın özdenetimi için gereklidir. Çeşitlilik, çeşitli genetik özellikler demektir. Bu da türlerin olası değişikliklere ve değişik çevrelere uyum sağlayabilmelerinin garantisidir.Tüm canlılığın ve milyarlarca yılda oluşmuş bu zengin genetik özelliklerin korunması biz insanların çıkarınadır.

  • Doğada hiçbirşey yok olmaz: Doğada hiçbirşey yok olmaz ancak birbirine dönüşebilir. Biliyoruz ki madde ve enerji birbirine dönüşebilir, ama yok olmazlar. Bu yüzden, örneğin, fabrika bacalarından havaya dağılan zehirli gazlar, sulara, denizlere salıverilen fabrika atıkları, yine sulara karışan tarım ilaçları, kullanıldıktan sonra çevreye atılan plastik torba, şişe ve ambalajlar, radyoaktif atıklar çevreden kaybolmuş değillerdir. Bu maddeler şurada veya burada, ya aynı halleriyle ya da şekil değiştirerek karşımıza çıkıverirler." ..Enerji ve maddenin sakınımı olarak da bilinen bu ilkeye göre, enerji ve madde hiçbir yolla yok olmaz. Seyrelip dağılması için termik santralın bacasından atmosfere bırakılan kükürt dioksit, Çukurova'da kullanıldıktan sonra Seyhan nehrine karışıp Akdeniz'e ulaşan tarım ilacı, ortamdan kaybolmuş değildir. Ergeç ekosistemin bir yerinde ortaya çıkacak, ya Bodr um'un çam ormanlarını öldürecek, ya da Adana'nın balığını zehirleyecektir."***

  • Doğada bedelsiz yarar olmaz: Doğaya karşı elde edilen her başarının bir bedeli vardır. Doğada bedeli ödenmeyen yarar yoktur. Doğadan sayısız yarar sağlayan biz insanlar her yarar için bir bedel ödemek zorunda kalıyoruz. Örneğin, çeşitli biçimlerde, çeşitli teknolojileri kullanarak enerji elde ediyoruz. Ama ne yaparsak yapalım bir bedel ödemekten kurtulamıyoruz. Barajlar, etraftaki toprakların çoraklaşmasına ve birçok canlı türünün yok olmasına neden oluyor. Nükleer santrallardan elde edilen, ucuz ve "temiz" olduğu söylenen enerji, önlenemez kaza riski dolayısıyla çok pahalıya mal olabiliyor, büyük can kayıplarına ve en büyük çevre kirliliklerine neden olabiliyor.Bugün değilse yarın için bu böyle. Evet, bir bedel ödeyeceğiz ama, çevremizi ve kendimizi iyi tanıyarak ve yaşam biçimimizi o çevreye göre uyarlayarak ödeyeceğimiz bedeli en aza indirmek de olanaklı.

  • Doğanın geri tepmesi: Ekolojide de fizikte olduğu gibi her etkinin bir tepkisi vardır. Bu bakımdan doğadan elde edilen yarar umulmadık bir biçimde zarara dönüşebilir.
    Yani doğanın işleyişini iyice anlamadan, yapılacak müdahelenin sonuçlarını, ne getirip ne götüreceğini enine boyuna tartmadan doğayı değiştirmeye kalkmak beklenmedik kötü sonuçlara yol açabilir.
    Hepimiz, TV' deki doğa belgesellerinde bir ekolojik sistemde daha önce bulunmayan ve dolayısıyla "besin zincirinde" yer almayan bir canlı türünün o bölgeye insanlar tarafından götürülmesi ile çevrenin ve diğer canlıların bundan ne kadar zarar gördüğünü izlemişizdir.
    Özellikle batı tarafından geç keşfedilmiş olan Avustralya ve yakınındaki adalar böyle örneklerle doludur. DDT olayı, ayrı bir örnektir.

  • Doğa en uygun çözümü bulmuştur: Çünkü doğadaki her canlı milyonlarca yıllık çok uzun bir zamanda doğal seçilimle çevreye uyum sağlamıştır. Yani içinde bulunduğu ekosisteme en iyi şekilde uyarlanmıştır. Bu durum doğanın o an için en uygun çözümüdür. İşte bu yüzden bu en uygun çözümü, doğanın çözümünü, bozmamaya çalışmak gerekmektedir. Doğaya müdahelelerin yol açtığı ani ve büyük değişikliklerin var olan canlılara yarardan çok zarar vermeleri büyük bir olasılıktır.
  • Kültürel evrim ve geleneksel ekolojiye saygı duyulması gerekir: Nasıl canlılar milyonlarca yıllık bir evrim sonucunda yaşadıkları çevrelere en uygun biyolojik özellikleri kazanmışlarsa, insanların da binlerce, onbinlerce yılda geliştirdikleri ekolojik uyumlar vardır. Bu kuşaklar boyunca biriken bilgiye "geleneksel ekolojik bilgi" denir. Bunlar, kültürel evrimle ortaya çıkmışlardır ve gelenek ve göreneklerde, şifalı otlarda, beslenme ve yemek pişirmede vb kendini gösterir. Bu bilgiler doğayla ve kendimizle barışık yaşamada bizim için önemli kaynaklar olup önemli ipuçları verirler.
  • Doğru olan, doğa ile uyumlu olmaktır: Doğa ile ilişkin bir iş yaparken onu kendimize uydurmaktan çok kendimiz ona uymaya çalışmalıyız, yani bir anlamda onun suyuna gitmeliyiz. Örneğin karayolları yapımında kestirme (köprülü, tünelli, viadüklü vb) yollar yerine arazinin şekline uyumlu, doğal yapıyı koruyan yollar yapmak, şehircilikte, tarımda, besinlerin üretimi ve hazırlanmasında hep doğa ile birlikte gitmek. Bu, bize sadece yarar sağlar. Bu ilkeye uygun davranılsaydı (ot yiyen hayvanlar olan) sığırlara et yedirilmesinden dolayı ortaya çıkan deli dana hastalığı insanlığın başına bela olmayacaktı.
    Tarımda da zararlı böcek ve hayvanlara karşı kimyasal maddeler, ilaçlar değil, kendi doğal düşmanlarının kullanılması doğanın suyuna gitmeye güzel bir örnektir.
*     Isı enerjisinin karbondioksit gibi gazlar tarafından emilip atmosferde alıkonmasıyla ortaya çıkan ısı artışı
**   Belli bir alanda yaşayan ve birbirleriyle sürekli etkileşim içinde olan canlılar ile, bunların cansız çevrelerinin oluşturduğu bütün
***Çevre ve Ekoloji, Mine Kışlalıoğlu - Fikret Berkes, 5. Basım, sahife 23
Kaynaklar:
  • Çevre ve Ekoloji, Mine Kışlalıoğlu - Fikret Berkes, 5. Basım Remzi Kitabevi
  • Sulak Bir Gezegenden Öyküler, Sargun A. Tont, Tübitak Popüler Bilim Kitapları

Başa Dön

 

Ekosistem

Ekosistem deyince, kısaca

"Belli bir alanda yaşayan ve birbirleriyle sürekli etkileşim içinde olan canlılar ile bunların cansız çevrelerinin oluşturduğu bütün"* ü anlıyoruz.

Ekosistemi daha ayrıntılı bir şekilde 'Sınırları belirli bir bölge içinde yaşayan üreticiler, tüketiciler, ayrıştırıcılar ve onların cansız çevrelerinden oluşan: enerji akıımı, mineral döngüleri ve populasyon denetim işlevlerini kapsayan bir birim'' * şeklinde de tanımlayabiliriz. Örneğin sınırları belirlenebilen bir göl, bir ada, bir çayır, bir orman vb çeşitli ekosistemlerdir. Tek başına bütün dünya, en büyük ekosistemi oluşturmaktadır, ancak bir ekosistem, yerde duran bir taş parçasının altındaki küçük bir alan da olabilir.

Ekosistemin Öğeleri

Ekosistemler, birbirlerinden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, içlerindeki canlılar arasındaki etkileşimler dengeli ve enerji sağlanmasında bir sorun olmadığı sürece kendi kendilerine yeterli birimlerdir ve bazı ortak ögelerden oluşurlar. Bu ortak ögeler:
  • Canlı ögeler (Biyotik ögeler): Bunlar, ekosistemde bulunan canlı türleridir ve işlevlerine göre üç ana grupta toplanabilirler:
    • Üreticiler
    • Tüketiciler
    • Ayrıştırıcılar
  • Cansız ögeler(Abiyotik ögeler): Ekosistemin cansız çevresidir. Toprak ve su, bunların içerdiği maddeler, ışık, sıcaklık ve iklim cansız ögelere örnek teşkil ederler. Bunları da şematize etmek için iki ana grupta toplayabiliriz:
    • Maddi çevre ve kimyasal olgular
    • Fiziksel koşullar
Ekosistemin canlı ögeleri:(Biyotik ögeler)
  • Üreticiler: Ekosistemlerde en önemli rolü oynarlar. Temel ya da birincil üreticiler olarak da isimlendirilirler. Hemen hemen tüm ekosistemlerde temel üreticiler yeşil bitkilerdir. Ayrıca mavi-yeşil algler ile bazı bakteri türleri de üreticilik işlevi görürler. Ancak bunların tek başına üretici olarak bulundukları ekosistemler çok enderdir. Üreticiler, ekosistemden sağladıkları mineraller ve inorganik maddelerden, güneş ışınları yardımıyla kimyasal bir işlemle organik maddeleri (karbonhidratlar, vitaminler vb) üreterek diğer canlılara besin maddeleri ve dolayısıyla enerji sağlarlar. Yaşasın ÜRETİCİLER!
    Görüldüğü gibi üreticiler de kendilerine verilmiş bu ada karşın aslında enerji üretmiyor, güneş enerjisinden yararlanıyorlar. Yani ekosistemlerin asıl enerji kaynağı güneştir. Yaşasın GÜNEŞ!
  • Tüketiciler: Ekosistemlerde üreticilerin ürettiği besin maddeleriyle beslenen canlılara tüketiciler denmektedir. Tüketicilerin büyük çoğunluğu hayvanlardır. Doğrudan ve yalnızca bitkilerle beslenenlere birincil tüketiciler (otoburlar) denmektedir. Yalnızca birincil tüketicilerle beslenenlere de ikincil tüketiciler (etoburlar) denir.
  • Ayrıştırıcılar: Ekosistemlerin üreticilerle birlikte en önemli unsurlarıdırlar. Bunlar çoğunlukla mikroorganizmalar biçimindeki bazı bakteri ve mantar türleridir. Besinlerini ölü organizmalardan ve sindirilmemiş organik artıklardan sağlarlar ve bunu yaparken de ölü organizma ve organik artıklardaki dokuları bileşenlerine ayrıştırarak yeniden mineraller, inorganik maddeler şeklinde ekosisteme kazandırırlar. Böylece önce birincil üreticilerin ve dolayısıyla da, sistemdeki tüm öteki canlı türlerinin yaşamlarını sürdürmesini sağlarlar. Eğer ayrıştırıcılar olmasaydı, sistemdeki mineral ve inorganik maddeler bir süre sonra tükenecek ve orada canlılık da sona erecekti. Çünkü doğadaki maddeler sınırsız değillerdir. Sürekli olarak doğaya yeniden dönmeleri gerekmektedir. İşte bu sınırlı miktardaki maddelerin döngüsünü ayrıştırıcılar sağlamaktadır. Yaşasın AYRŞTIRICILAR!

Ekosistemin cansız ögeleri :(Abiyotik ögeler)

  • Maddi çevre: Çevrenin cansız maddeleridirler ve bunlar, inorganik ve organik maddeler olarak iki grupta toplanırlar:
    • İnorganik maddeler: Yeryüzünde canlılık oluşmadan önce de inorganik maddeler vardı. Yani inorganik maddeler, kökenleri canlılar olmayan maddelerdir. Ancak bazı inorganik maddeler canlılılık için çok büyük önem taşırlar. Örnek olarak oksijen, hidrojen, karbon, azot, kalsiyum, potasyum, mağnezyum, fosfor ve bunların çeşitli bileşiklerini verebiliriz.
    • Organik maddeler: Kökenleri canlılar olan maddelerdir. Bitkilerin ürettileri karbonhidratlar, canlı organizmalardaki çeşitli yağlar, proteinler organik maddelere örnek oluştururlar. Ölü organizma dokularının ayrıştırıcılar tarafından parçalanmasıyla ortama katılırlar. Ayrıca canlı organizmalardan çevreye bırakılan salgı ve artıklar da organik maddelerdir.

    Bu arada çevrenin önemli bir unsuru olan toprak hakkında da birkaç söz edelim.

    Toprak nedir? Organik ve inorganik maddeler yer kabuğunun üst tabakalarında genellikle birarada bulunurlar. Kayaların, ki çeşitli mineraller içermektedirler, çeşitli etkilerle parçalanması ve bu parçaların humusla (ölü organizma dokularının çürümesi sırasında oluşan ve ayrışmaya en dayanıklı organik madde) karışmasıyla toprak oluşur. Değişik topraklar farklı oranlarda mineral ve humus içerirler. Farklı topraklar, farklı canlılar için uygundurlar. Ayrıca toprakta yaşayan canlılar da toprağın özelliklerini etkiler ve değiştirirler.

  • Fiziksel koşullar: Çevredeki ışık, su, sıcaklık, hava akımları, su akımları canlıların yaşamlarını etkileyen önemli parametrelerdir.
    • Işık: Yani güneş ışınları, yani güneş enerjisi. Yerküremizde tüm canlılığın enerji kaynağı güneştir. Bitkiler topraktan aldıkları su ve mineraller ile havadan aldıkları karbondioksidi güneş ışınları etkisiyle fotosentez yoluyla birleştirirek besin maddeleri (çeşitli hidrokarbonlar) üretir, diğer canlılara gerekli olan enerjiyi sağlar ve bu işlem sırasında havaya oksijen bırakırlar.
    • Su: Yeryüzünün önemli bir kısmı ( 3/4ü) suyla kaplı olduğu gibi, toprak, atmosfer ve tüm canlılar da su içerirler. Canlılar yaşamlarını su olmaksızın sürdürümezler.
    • İklim, Sıcaklık vb faktörler: Yeryüzündeki sıcaklık, atmosferdeki hava akımları, yağış, nem gibi olgular, iklimin önemli ögeleridir. Güneş, dünyamızı, yeryüzünün küre şeklinde olmasından ve diğer bazı nedenlerden ötürü eşit olarak ısıtmaz. Örneğin atmosferin yapısı, ışınların geliş açısı ısınmayı etkileyen faktörlerdendir. Enejinin önemli bir bölümü ışınların dik gelmesinden ötürü ekvator civarındaki bölgelere düşerken daha azı diğer bölgelere, en azı da kutup bölgelerine düşer. Bu farklı ısınmış bölgeler arasında çeşitli hava ve su akımları meydana gelir.
      Atmosferdeki su, yağmur, kar, dolu biçiminde yeryüzüne dönerek yağışları meydana getirir. Yağışların oluşmasında yükseklik, sıcaklık, nem oranı, su kitleleri, ormanlar vb rol oynarlar.
      Işık miktarının dünyanın güneş etrefında dönüşüne bağlı olarak (mevsimsel) değişimi, sıcaklık, yağış, rüzgar vb parametreler ekosistemlerde birlikte etkindirlerve hep beraber 'iklim' i oluştururlar.
İşte bu tüm fiziksel koşulların bir araya gelme tarzı ve maddi (kimyasal) çevresiyle birlikte oluşturduğu bütün, bazı canlı türleri için yaşamaya elverişli iken diğerleri için değildir.

Ekosistemin İşlevleri

Şunu da belirtelim ki ekosistemler, varlıklarını üç temel işlevle sürdürmektedirler.

Ekosistemlerde canlı ve cansız ögeler üç ana işlevle birbirlerine bağlanırlar. Bunlar enerji akımı, ekolojik döngüler (kimyasal madde döngüleri) ve populasyon denetimleridir. Bu üç işlev, ekosistemin ögelerinin birbirleriyle ilişkilerini düzenler ve sistemin bir bütün olarak sürmesini sağlar. Vurgulamak gerekir ki, bu üç işlev, ekosistemlerde tek tek değil, kesinlikle birlikte bulunurlar.
Enerji akımı
Enerjinin tek kaynağı güneştir. Enerji akışını şematik olarak aşağıda görebiliriz:
Temel üreticiler, yani genel olarak bitkiler, güneş enerjisini, fotosentez yoluyla (topraktan aldıkları inorganik maddelerle değişik hidrokarbonlar üreterek) kimyasal enerjiye çevirirler. Temel üreticilerden öteki canlılara doğru tek yönlü bir enerji akımı vardır. Temel üreticilerin dokularında biriken bu kimyasal enerjinin bir bölümü onların kendi yaşamsal işlevleri için kullanılır. Bir bölümü ise onlarla beslenen otobur canlılara (genellikle otobur hayvanlar) enerji olarak aktarılmış olur. Aynı olgu otoburlar için de geçerlidir. Onların da dokularında toplanmış olan enerjinin bir kısmı kendi yaşamlarını sürdürmeleri için harcanırken bir kısım enerji de yiyecek olarak etoburlara aktarılır.
Ekolojik döngüler (Madde döngüleri)
Temel üreticilerin topraktan aldıkları inorganik maddelerin, ölü organizmaların çürümesiyle, yani, ayrıştırıcıların ölü organizmaları ayrıştırma işlevleri sonucunda yeniden toprağa dönmeleridir. Bu döngü aşağıda şematik olarak görülmektedir.

Bu döngüler olmasaydı toprak giderek fakirleşecek, temel üreticiler kendileri için gerekli besin maddelerini bulamadıkları için yaşamlarını sürdüremiyecek ve sonunda tüm yaşam olanaksız olacaktı. Ölü organizmaların dokularındaki organik maddeler ayrıştırıcılar (bazı mikroorganizmalar) tarafından bileşenlerine ayrılıp en sonunda yeniden inorganik maddeler olarak ve yeniden temel üreticilerin kullanacağı biçime getirilerek toprağa karışırlar. Yani, şu dinsel deyiş çok doğru: 'Topraktan geldik, toprağa gidiyoruz'.
Populasyon denetimleri
Ekosistemin canlı ögeleri olan bitki, hayvan ve öteki canlı populasyonları sınırsız olarak artamazlar. Bunun denetimi, ekosistemdeki geri besleme mekanizmaları aracılığıyla olur. Bu araçlar, uygun yiyecek durumu, yaşama alanının uygunluk derecesi, iklim koşullarının uygunluğu, ekolojik rekabet, hastalıklar vb dir.

* Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Doç Dr Mine Kışlalıoğlu, Prof Dr Fikret Berkes, Remzi Kitabevi
Kaynaklar:
- Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Doç Dr Mine Kışlalıoğlu, Prof Dr Fikret Berkes, 5.Basım, Remzi Kitabevi
- Biyoloji Lise 1, MEB Yayınları, Ders Kitapları Dizisi

Başa Dön / En Başa Dön

 

Sera (Limonluk) Etkisi

Sera etkisi deyince, yerin yüzeyinden yansıyan ışınların, atmosferdeki karbondioksit vb gibi gazlar tarafından absorbe edilip tutulması ve bu yüzden dünyanın ısınmasını anlıyoruz.

"Yeryüzüne gelen ışınların büyük bir kısmı yüzeyden yansır. Kısa dalga güneş enerjisi, yani ışık, yeryüzüne çarpınca uzun dalga ısı enerjisine dönüşür. Bu ısı enerjisinin bir kısmı atmosferdeki karbondioksit tarafindan emilir ve yeryüzüne geri yansıtılır. Bu olayın camlarla kaplı limonlukların güneş ışınlarıyla ısınmasına benzeyişinden ötürü, atmosferdeki karbondioksitin 'limonluk (ya da sera) etkisi' denir." *

Araştırmacılar, son iki yüz yıl boyunca atmosferin bileşiminin karbondioksit açısından değiştiğini gösteriyorlar. Sanayileşmeyle birlikte her geçen gün daha çok kömür, petrol gibi fosil yakıtlarının kullanılması, tarım alanları, yerleşim alanları açmak vb nedenlerle büyük orman alanlarının tahrip edilmesi atmosferdeki karbondioksit miktarını sürekli artırıyor. Sanayileşmeden önceki dönemde atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun milyonda 275-285 olduğu hesaplanıyor. 1958 de bu, 315'e çıktı.

Havadaki karbondioksit oranı daha da artmaya devam etmektedir. Ayrıca, atmosferde sera etkisi yaratan başka gazlar (örneğin, azotoksitler, metan vb) da var. Bu gazların da atmosferdeki miktarı sürekli artmaktadır. Bu artışlar endişe vericidir. Dünya atmosferindeki karbondioksit miktarı milyonda 570'e yükselirse, yapılan hesaplara göre dünyadaki ortalama sıcaklık 3°C artacak. Ve bunun, şimdiden öngörülemeyen, ancak belki de büyük felaketlere yol açan sonuçları olacak.

Sera etkisi, çevre bilimlerinde belki de en çok tartışılan konudur. Araştırmacıların ve konuyla ilgilenenlerin büyük bir çoğunluğu, dünyada gözlemlenen ısınmanının dünya çapında bir iklim değişikliğine neden olacağını, birçok ülkenin kurak hava nedeniyle çölleşip, bazılarının da eriyen buzulların deniz seviyesini yükseltmesi nedeniyle sular altında kalacağını, şu anda iklimi soğuk bazı ülkelerin ılımanlaşıp avantajlı duruma gelebileceklerini, ancak bunun da garantisi bulunmadığını, örneğin, sıcak su akıntısı Golfstrim sayesinde iklimleri oldukça yumuşak olan İsveç gibi bazı kuzey ülkelerinde, eğer Golfstrim eriyen buzullar nedeniyle yön değiştirise, daha soğuk ve sert bir iklim görülebileceğini söylüyorlar.

Diğer bir grup araştırmacı ise iklim değişikliklerinin sera etkisi nedeniyle olduğunun kanıtlanmadığını ve iklim değişikliklerinde, sorunu karmaşıklaştıran çok fazla sayıda faktörün rol oynadığını ileri sürüyorlar. Bu da doğru olabilir. Ancak, insanların faaliyetlerinden dolayı atmosferdeki sera etkisi yaratıcı gazların miktarının arttığı bilindiğine ve bunun da sonunun nereye varacağı kestirilemeyen, ancak dünyanın çoğu yoksul ülkesi için bir felaket anlamına gelen iklim değişikliklerine yol açmaya başladığı çoğu araştırmacı ve ekolog tarafından düşünüldüğüne göre (bu, henüz yüzde yüz kanıtlanmamış bile olsa, kuvvetli belitileri var) biz insanların da buna göre tedbir almaları gerekmektedir.

Yani, insanın neden olduğu olası sera etkisini azaltmak için yerel ve küresel her türlü önlem alıınmalıdır. Böyle davranırsak 'doğanın suyuna gitmiş' ve olası bir tehlike karşısında emniyetli tarafta kalmış oluruz.


* Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Doç Dr Mine Kışlalıoğlu, Prof Dr Fikret Berkes, Remzi Kitabevi
Kaynaklar:
- Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Doç Dr Mine Kışlalıoğlu, Prof Dr Fikret Berkes, Remzi Kitabevi
- Biyoloji, Lise1, Sevgi Börü, Emine Öztürk, Şermin Cavak Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları DersKitapları Dizisi
- Jorden, Bonniers (İsveç Basımı)

Başa Dön / En Başa Dön

 

Enerji Piramidi ve Besin Zinciri

Ekosistemlerdeki tüm canlıların bir besin zinciri ile birbirlerine bağlı oldukları söylenebilir. Yani canlılar birbirlerinin besinidirler. Canlıları kendilerine yaşamları için gerekli enerjiyi sağlama biçimlerine göre bir piramite yerleştirirsek, bu piramidin tabanına bitkiler tekabül eder.
Bitkiler güneş enerjisini kullanarak fotosentez yoluyla kendilerine karbonhidrat sağlarken diğer canlılar için gerekli olan enerjiyi de üretmiş olurlar. Yani bitkiler tüm canlılar için üretici bir roldedirler. Bitkilerde depolanan enerji, besin zinciri ile tüm canlılara aktarılmaktadır. İşte bu besin zincirinin birinci halkasını ve yukarıda sözünü ettiğimiz piramidin tabanını oluşturan canlılara (çiçekli bitkiler, mikroskobik algler vb) enerji üretimindeki rolleri açısından üreticiler diyoruz.
Üreticilerden sonra birincil tüketiciler gelmektedirler. Bunlar koyun, sığır, fil, tavşan gibi yalnızca bitkilerle beslenen hayvanlardır. Birincil tüketicilerle beslenen hayvanlara ikincil tüketiciler (aslan, kaplan, kurt gibi etoburlar), ikincil tüketicilerle beslenen hayvanlara da üçüncül tüketiciler (örneğin küçük etoburlarla beslenen yırtıcı kuşlar vb) diyoruz. Asalak olarak yaşayan tüm canlılar da bu tüketici gruplardan birisine dahildirler.
Ölü hayvan ve bitkilerin çürüyüp ayrışmasını ve dokularındaki minerallerin ve inorganik maddelerin toprağa karışıp yeniden 'devri daim' e girmesini sağlayan canlılara (bir kısım bakteriler ve miroskobik mantarlar) da ayrıştırıcılar diyoruz.

Yukarıda gösterilen besin zincirindeki en önemli halkanın, isimlerinden de anlaşılabileceği gibi üreticiler olduğu apaçık. En sonuncu halka olan ayrıştırıcılara gelince, üreticiler kadar göze çarpmamakla beraber onların da besin zincirindeki rolleri aynı derecede önemli. Çünkü onlar yaşamın hammaddeleri olan inorganik maddeleri toprağa geri döndürüyorlar. Üreticiler ve ayrıştırıcılar olmaksızın yerküremizde yaşam mümkün olmazdı.
Peki ya tüketiciler? Onlar, esas olarak, yaşamın sürdürülmesinde zorunlu unsurlar değildirler. Ancak içinde bulundukları ekosisteme bağlı olarak pratikte onların da bazan önemli rolleri olabilir. Özellikle birincil tüketicileri olmayan bir ekosisteme rastlamak herhalde çok zordur. Ondan sonra gelen ikincil ve üçüncül tüketiciler olmadan da ekosistemler varlıklarını sürdürebilirler.
Her şeyi yiyen, tüketicinin de tüketicisi olan biz insanlar ise canlılığın sürdürülmesi açısından ekosistemde hiç de vazgeçilmez değiliz. İnsanın olmadığı bir dünya ve ekosistem vardı ve var olabilir de, ancak zincirdeki öteki halkaların bir kısmı olmadan ne canlılık ve ne de bunu yansıtan bir ekosistem söz konusudur. Bizim ekosistemdeki önemimiz(!) şuradan gelmektedir ki, ait olduğu ekosistemi yok etme yeteneği olan tek canlı türü sadece biziz.

 / En Başa Dön